
457 posts
Fikret-i - Fikret - Tumblr Blog

İnsan diyorum, anlık yaşıyor. İnsan, ismiyle müsemma bir unutma huyu var. Unutkanlığın zirvesiyle nam salmış balıklar için balık beyinli; kuşlar için kuş beyinli diyoruz lakin göç ve üreme serüveninde aldıkları yollara bakınca zannımca yanlış ithamlarda bulunuyoruz. Aslında bizler nisyanın zirvesinde yaşıyoruz. Akıbeti düşünmeden yapılan davranışlar, girilen haller, sarfedilen sözler...bunun en büyük göstergesi. An'da karar verip, neticeyi düşünmeden hareket eden varlıklarız biz. Bu unutmalar bari uzun süreli olsa. Az sonra ayık kafayla mantık çerçevesinden bakınca eyvahlar çekiyoruz. Keşkelere başlıyoruz. Tabi bir sonraki yanlışımıza adım atana kadar, bir sonraki seçenekte yanlış şıkkı işaretleyene kadar sürüyor bu hayıflanmalarımız. Sonrası bumerang gibi dönüp dönüp başa saran yanlışlarla dolu bir hayat serüveni.

رَبِّ يَسِّرْ وَلاَ تُعَسِّرْ، رَبِّ تَمِّمْ بِالْخَيْرِ
“Allah’ım senin sonsuz merhametin ve yardımın olmadan ben bu işi yapamam. Allah’ım bütün hayırlı işlerimi zorlaştırma, kolaylaştır, ilmimi artırarak yaptığım işleri bana ve çevreme faydalı kıl ve işlerimi en hayırlı şekilde sonuçlandır.”
Hattatlar yeni talebelerine hat sanatını öğretmeye bu duayla başlatırlarmış. Nasip bakalım. Biz, bir meşguliyet daha bulduk. Zihnimi feraha kalbimi paklığa eriştir Rabbim.
Amin




Yüksekçe ormanlara, dağlara, taa zirvelere de çıksak yine de nefes almakta güçlük çektiğimiz haller oluyor. Fiziksel bir yorgunluk değil bahsettiğim şey; 'Ruhi ızdırap.' Yapılan hatanın neticesindeki pişmanlık, hüzün dolu firak acısı yahut mukabelesiz bir aşk hikayesi... Bu noktadan ruhun teneffüsü ibadet, hatanın teneffüsü tövbe istiğfar, firaka düşmüş kişinin teneffüsü visal, maşuğun teneffüsü yârin karşılık vermesinde saklıdır. Hele bazı insanlar da vardır ki Allah uzak eyleye bütün enerjinizi soğuruyor. Bırak muhabbet etmeyi aynı ortamda dahi nefessiz bırakıyor, afakanlar basıyor, cinlerin tepene çıkıyor. Böyle birinin eşiniz, kardeşiniz, ağabeyiniz, ablanız olduğunu düşünün. Atsan atılmaz, kaçsan kaçılmaz. İmtihandır deyip geçiyoruz işte. Uzaktan bakınca kolay gibi gözükse de imtihana maruz kalana sor: ne kabuslar yaşadığını.

Yaşım kırk. Son üç yılda bedenim ihtiyarlığın bütün emarelerini gösterdi. Yüzümde kırışıklıklar, oluşan lekeler, ellerimde görünmeye başlayan ihtiyarlık benleri, göz altında mor halkalar...Ağaran ve dökülen saçlarımı saymıyorum bile! Bu durum beni deriiin etkiledi. Kabullenemedim. Ne oluyoruz? Dedim. Haliyle gizlemeye, kapatmaya, iyileştirmeye çalıştım bedenimi. Saç ekimidir, kozmetik ürünlerdir, alternatif tıp teşebbüsleridir... Her ne varsa denedim. Ne geriye döndürebildim, ne de gidişatı durdurabildim. Madem bu tahrip olmaya doğru gidiş her insanın hakikatıdır. Bir kaç yıl önce ya da sonra gelecek olan gelecektir. Gayretime hatime verdim. Olacak olan olsun. Hem sordum kendime: "ne için telaşa düştün? " Dedi nefsim: "el için. El'e nahoş görünmemek için." Yapmacık şekillere girmeye değer mi? El, hakikati görürse ne yapacaksın? Dedim haklısın gerilmeye gerek yok. Seni seven, sana saygı duyan, genç ya da ihtiyar haline bakıp da bir değer addetmez. Zaten birilerine kendimizi beğendirmek çabası kadar stresli ve zor bir durum yoktur herhalde. Allah'ın mümkin varlıklara koyduğu bir kuraldır bu en nihayetinde. Neticesi ölüm olan bir bedenin sureti bir kaç yıl güzel kalsa, ne katkı sunacaktır ki ebedi ahiretimize? Bu ruh, bu bedende kaldığı sürece madden her ne kadar ihtiyarlığa doğru gitsek de manen tövbeyle, istiğfarla genç kalabilecek fırsatlarımız var bizim. Sonsuz bir gençlik için vakit varken ölüm sekeratı uğramadan gayret et Fikret dedim. Ahh ahh! bunda dahi tembellik ediyor. Malesef günsonu sevap hesabımda düne nazaran iyileşme emaresi görülmemekle birlikte günah hanemdeki artış çokça gözlemlenmekte.

Geçmiş paylaşımlarıma, yazılarıma baktım da biraz. Ne kadaaar amatörce diyorum. Halbuki o zamanlarda bana gayet profesyonelce geliyorlardı. Aslında sadece onlar değil; bugün hariç tüm geçmişim çocukça, acemice, amatörce hallerle dolu. Şunu da biliyorum ki bugünümü de yarın olduğunda eleştireceğim.
Yaşam sürecimiz boyunca yanlışlar yapmaya devam ediyoruz. Lakin şu var ki: aynı yanlış davranışları çok sık tekrarlamıyoruz. Benzer yaşantılarda farklı hatalar ya da yeni durumlarda ilk hataları yapıyoruz. Demek ki böyle böyle gelişiyoruz. Kemale giden yol kusurlardan geçiyor.

Bu sene, öyle bir çalışma yoğunluğum var ki inşallah dayanır, kazasız belasız okul sezonunu kapatırım. Okulda idareciyim sekizden beşe mesai, pansiyonda haftada iki gün nöbetim var. Her Cumartesi akşama kadar kursum var. Her gün mesailerden sonra bağa bahçeye koşuyorum; budama, temizleme, ilaçlama, gübreleme işleri peşindeyim. Ev işleri üstüne cabası. Ama şikayetçi miyim? Elhamdülillah şimdilik değilim. Çünkü hiç bu kadar düşünmeye zaman bulamama fırsatım olmamıştı. Fırsat diyorum, hayal kurmaya dahi zaman bulamamak benim için daha iyi. Gün sonuna yorgun varıp bir an önce uyuma derdindeyim. Aksi durumda bedenim yorgun olmayınca zamanım da bol olunca düşüncelerim, hayallerim, istek ve arzularım beni dibe çekiyor. Nefsimi dizginlemek, şeytanımı susturmak, kalbime sekine verme çabası beni yoruyor.

Kandil zaten mübarek olur.
Allah kandil vesilesiyle bizi mübarek kılsın inşallah.
Yâ Erhamerrâhimîn! Bu Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) hürmetine, bizi onun şefaatine mazhar ve sünnetinin ittibaına muvaffak ve dâr-ı saadette onun âl ü ashabına komşu eyle!

Yüzüne baksan sözde tebessüm ediyor. Lakin nice acılar gizli. Her ne kadar gülüyorum dese de gülüşüyle dahi gizleyememekte derdini. Memleketinden uzak gurbet ilde mi? Yakını mı ölmüş? Sevdiğinden ayrılmış firaklar ülkesinde mi? Yoksa yapmacık yaşamaklar içine sürüklenen biçare vaziyette mi? Yüzünden her acı okunuyor ne kadar gizlese; boş. Bu hakikatleri gizlemek öyle kolay değil be yoldaş. Üzülme! Vardır Yaratan'ın senin için takdir ettiği güzel planları. Sabret! Zamanla geçecektir göreceksin elbet.
Türk filmlerinde olur ya hani: ölümle neticelenecek çaresiz bir hastalığa yakalanılmıştır sevdiği çok üzülmesin diye uzaklaşması için kötü karaktere bürünür, kaba davranır. O misal bazen kabalaşıyoruz zannediliyor ki sevmiyoruz, nefret ediyoruz. Bilinmiyor tabi istikbalinin selameti için kendimizi çirkin role büründürüyoruz.


Hangisi gün doğumu hangisi gün batımı? İkisi de aynı vakti temsil ediyor sanki. Aslında benim de doğumum ile ölümüm bu kare gibi aynı zaman diliminde, bir ufuk çizgisi üzerinde. O kadar yakın, o kadar iç içe. O halde fikret, bu dert edinmeler, tasavvura sığmayan hayaller, arzular niye?
Güneşli havada bol rahmet gönderen Rabbim. Acizem, fakirem nakısam, perişanem, bi-hoşem. Tamamla beni, arzuhalimi kabul eyle, hoşgör, güzele tebdil eyle halimi.

Yakınımızı kaybettiğimiz zamanlarda özellikle de ilk günlerde bir an dalıp muhabbet anında tebessüm edip sonra acımızı hatırladığımızda o tebessüm gafletinde bulunduğumuz için suçluluk duygusu çöker ya üstümüze. İşte mutlu olmaktan dahi mahcup olan, ar duyan hallerimiz oluyor vesselam.
En ala zanaatkâr en ala sanatını icra ederek en yüksek ayarlı altın ile tek taş yüzük imal etse ama cam parçası nevinden taşı o yüzüğün tepesine eklemese yüzük ne kadar güzel olabilir? Kim alır ki güzel diye bu yüzüğü? Gümüşten yapılan basit, tek taşlı yüzükten daha çirkin durmaz mı? Evet hayatımızı her ne kadar güzelleştirmeye, değerli kılmaya çalışsak da tamamlanmamış olan bir parçamız var ise tatmin olamamış bir benliğin, kemal bulamamış bir mükemmelliğin eksikliğini her daim hissederiz.








Bir güne sığdırılacak, muhteşem güzellikte yerleri gezme fırsatımız varmış da denemediğimiz için bilememişiz.
Her kemal ve cemal sahibi, fıtraten cemal ve kemalini görmek ve göstermek ister
Mektubat/Said Nursi
Sanatçı'nın Cemalini sanatının mükemmelliği ile bizzat müşahade ettik elhamdülillah

Bir keresinde sekiz dönüm bir yer alıyordum. On bir iştirakli tarlayı alabilmem için bütün hissedarların imza atması gerekiyordu. Herkes kimliğini verdi, işlemler başlatıldı. İmza işi bir sonraki güne kaldı. Sabah tapuya gittiğimizde bir kişi eksikti. 1/122 oranında en az hisseye sahip arkadaş vazgeçmiş satmaktan gelmedi. Haliyle satış olmadı. Beş yıl önce seksen bin liraya anlaştığım tarlanın şimdi değeri sekiz milyon lira olmuş. Üç arkadaş altmış bin liraya ortak kamyon aldık. Ben eften püften bazı sebeplerden dolayı ortaklıktan ayrılmak zorunda kaldım. Şimdi o iki arkadaşın on beş milyon lira tutarında üç tane sıfır tırları var. Kısmet olayını zerreme kadar hissettim. Gerçekleşen başka yatırımlarım, başka kararlarım oldu evet. Aldığım her şey yerinde saydı, aldığım kararlar ise sıkıntıyla neticelendi. Fırsatlar kaçsın hiç önemli değil, zengin olamadık en kötü. Ya olanların verdiği hasar? Olmaları için nasıl da dualar etmiştim. Şaire göre dünya denen yolculuğun yarısını çoktaaan geçtik. Genç, dinamik, verimli çağlarımız da nihayet buldu. Allahım yoruldum ben. Ahiret cihetiyle bana zarar vermesin; bu oluşlar ya da olmayışlar. Dualarımdaki en büyük arzuhalim bu benim.

Planlamalarım dışında farklı işler çıkması deli ediyor beni. Her şey yarım kalıyor. Gün sonunda elde var sıfır. Alakasız işler yüzünden asıl işlerimi yetiştiremiyorum. Okulda işler yığıldı. Üstüne bir de resen dört gün seminere almışlar. Herkesin pazartesi sendromu olur benim Eylül Ayı depresyonum.

İnsan bazen freni boşalan kamyon gibi bodoslama dalıyor. Sınırı, değerleri, normları... Hiç bir engel tanımıyor. Kontrolü öyle kaybediyor ki toparlanma şansı kalmıyor. Kendisine ve başkalarına verdiği tahribat dağları aşıyor. Eğer yüksekçe yollardan indiyseniz orta düzlüklerde "lütfen frenlerinizi soğuttunuz" uyarısı yazar. İşte biz de ara ara deşarj ya da şarj olmazsak ne ilerleyebiliriz ne de kontrol bizde olur. Kendimizi tövbeyle, istiğfarla, ibadetlerle ve de çokça meşguliyetle dinlenmeye bırakmalıyız. Aksi halde perişan olacağımız hallere maruz kalırız.

Niye böyleyim ya!
Sürükleniyorum hissiyatındayım bu aralar. Eylül yaklaşıyor, okullar açılıyor, okulda işler bir hayli fazlalaşmaya başladı. Ceviz, üzüm, bademin mahsül zamanı geldi. Sadece mahsül değil ayıklama, pekmez, pestil gibi türevler de var. Köy ile şehir yaşamı arasında bocaladığım zamanlardayım. Kendi okumalarım, ilgilenmem gereken ailem de üst üste binince yoğun bir tempo ile karşı karşıyayım. Acilen planlama yapmam gerekiyor. Günüm geçiyor boş da durmuyorum ama verimsiz geçtiğini hissediyorum. Silkelenmem lazım aksi halde her şeye geç kalacağım.




İnsan, öze döndükçe. Kendiyle meşgul olup tefekkürle nefis tezkiyesi yaptıkça. Zahmetten rahmete doğru yol alır.



Adıyaman'dan tadı yaman meyvelerle bir avuç dolusu mutluluk.
İlk atandığım tek öğretmen olarak çalıştığım köyde, başımdan şöyle bir olay geçmişti: Sabah ilk derste ödevleri kontrol ederken öğrencinin birisi parmak kaldırdı bir şey söyleyeceğini belirtti. Buyur oğlum dedim. "Öğretmenim Akif'in babası, çok ödev veriyormuşsunuz diye dün akşam size küfür etti." Ben o anda dondum kaldım. Ne yapsam şimdi dedim. Olayı bozuntuya vermemek için yok oğlum yanlış anlamışsındır ben onunla görüşürüm dedim. Yemin etmeye falan başladı ama susturdum. Küçücük köy zaten hergün herkesle illa karşılaşıyorsun. Ki okuldan sonra karşılaştık Akif'in babasıyla. Dedim ağabey ağzına sağlık çok güzel küfürler dizmişsin. Adam, kem küm cart curt etse de kurtaramadı kendini. Bak ağabey dedim. Bana sövebilirsin, en kötü hakaretlerde de bulunabilirsin ama çocukların yanında yapma sonra gelip bana söylüyorlar zoruma gidiyor. Bana duyurmayacak kişilerin yanında küfrünü yap, hakaretini et. Çünkü duyarsam dayanamam ya kavga çıkar ya da ben de ağzımı bozarım. Duymazsam ama ben seni iyi birisi bilirim sen de benim bol bol günahlarımı alırsın. Adam, baya bir mahcup oldu gitti.
Arkadaşlar söyleyeceğim şu ki: Burada her ne paylaşım yapıyorsam; kalbi, zihni, fikri, içtimai... Bunlar tamamen benim iç sesim, benim güdülerim, benim fikirlerim, benim anlaşılmaz laflarımdır. Beğenmek ya da tasdik etmek zorunda değilsiniz. Hatalı olduğumu da düşünebilirsiniz. İleti kutum da açık, yorum yapabilme izni de. Beni yermeden, bana hakaret etmeden önce bir izahat isteyebilirsiniz. Kendimi izah edebilirsem ederim. Kesinlikle de ön yargılı değilim. Sizin fikirlerinizi beğenirsem paylaşımımı ya değiştiririm ya da silerim. Yaptığım da çok oldu emin olabilirsiniz. Ben sizi düşünüyorum ki hakka hukuka girmesin bu iş. Ahirette zaten başımız kalabalık olacak bir de birbirimizle uğraşmayalım. Benim bir parça fırsat kollayan tarafım da var. Orada bir dirhem hayra dahi muhtacız zaten üç beş günahımdan kurtulabilmek için hemen yakanıza yapışırım bu benim arkamdan konuşmuştu diye. Ha Yaratıcıya inanmıyorsunuzdur, ahiret yok fikrinizdesiniz anlarım. Ama var ise umurumda olmazsınız, ben kurtulayım da siz cehennemin dibine dibine doğru gidin bana ne.

"Siz, beni sevmiyorsunuz. Siz, size gösterdiğim Fikret'i seviyorsunuz. Bir tek kusurumu ya da bir tek gerçekliğimi bilseydiniz çoğunuz benden kaçacaktı." Evet hepimiz birbirimize gösterilen kişilikleri seviyoruz. Dolayısıyla bir parça yapmacık davranışlar bizimkisi. Hakikatini görüp de senden kaçmayıp kusurlarınla seni kabul eden kişi var ise o gerçek manada dosttur ve sevginize en elyak odur.
Yaş ilerledikçe geçen fırsatları, olmayışları görmekle birlikte bu olanakların azalışlarına da tanık olmak çok ağrıma gidiyor. Ümidimin fevkinde hayallerim var iken. Ümit besleyeceğim mümkünlüklere dahi olur mu acaba nazarıyla bakmaya başladım. Çok değil aslında istediğim: Hayatımdan bir kaç şeyi bile değiştirebilsem sanki böyle karamsar, böyle hüzne giriftar olmayacağım zannındayım. Şu saatten sonra bir şeyleri temellendirip yükseltecek zamanda da değilim zaten. Mutmain bir kalp, bir parça sıhhat, biraz da huzurdur arzum.