
Öylesine birisi
13 posts
Neftiisworld - Nef - Tumblr Blog
Hayattaki küçük tatlı mutlulukları yaşayamıyorum ne zamandır. İçimdeki hissiyat, hep markette anneyi kaybeden çocuk gibi. Öylesine yarıda bırakılmış. Şöyle bir mucize olsa ya da mucizeleri yaratacak gücümüz, sanki her şey bir anda düzelecek gibi. Bir kaçımızın, ben dahil olmak üzere, içinden "olmayacak öyle bir şey, hem olsa bile zaten bizim için olmaz" dediğini duyar gibiyim. Ne güzel hissettik ve ne güzel yok oldu her şey. Aslında "an" içinde yaşamıştık bunu hepimiz. Bittiği için yeniden inanmak istememiştik. İşin kötüsü, pek çoğumuz haklıydık sanki.
Peki marketteki çocuğa geri dönsek, ne yaptı o çocuk? Korkmadan devam edebilseydi, muhtemelen bir daha anneye hiç ihtiyacı olmayacaktı. Onun yerine anne diye ağladık, bırakılma duygusunu inkar ederek. Bir o tarafa, bir diğer tarafa hep koşturduk. Aradık, aradık, aradık... Bilinmezlikten işte o kadar çok korktuk. Neyseki annemiz bizi buldu da bir şekilde, tüm o düşünceler, çığlıklar bitti gitti. Hiç gelmeseydi, hayat böyle mi devam edecekti? Hikayedeki sorun hangi karakterdi? Anne elinde olmadan kaybetmiş olabilirdi. Ki yaşadıklarımızın çoğu da öyleydi. Siz orada ağlarken uzaktan sizi izleyip, keyif alması vahşi bir senaryo olurdu. İlk seçeneğe baktığımızda annenin elinden gelen bir şey yoktu, o da korkmuştu. İkinci seçenekte ise, bir noktadan sonra aramayı bırakacağınızdan şüpheniz olmasın. Siz de bilemezdiniz. Sadece raftaki renkli bir çikolata bir anlık dikkatinizi dağıtmıştı. Belki hiç istemeyedebilirdiniz. Belki de dikkati dağılan karakter anneydi.
Sonsuz seçenekler ve ihtimaller arasından bir tanesi gerçekleşti. Peki sonra? Sonrasında, tamamen suçlu mu hissettiniz? Anne gelip, çocuğa sen böyle bir çocuk olduğun için hep böyle kaybolacaksın, hepsi senin yüzünden demiş olabilir. Çocuğun hayatının bitişine hep birlikte şahit olmuş olabiliriz. Çocukta anneye ne kadar sorumsuzsun demiş olabilir ve belkide anne bir daha çocukla dışarı çıkmak istemeyecektir. En sevimlisi ise, sadece sarılıp belki ağlayarak korkularını zehir gibi akıtmaları ve kavuşmanın rahatlığına kollarını bırakmaları olurdu.
Bir gün kelimeleriniz çok silik olsa bile, anlamlar yükleyen insanlar olacaktır. Doğru okuyucuyu bulmak, bazen ömrünü feda etmeyi gerektirir. Bu yüzdendir ki nice yazarlarımızın kelimeler yalnızca öldükten sonra duyulmuştur.
Dip Not: Farketmişsinizdir ama ben yine de söyleyeyim, hikayenin anne ya da çocukla bir ilgisi yoktur. Yalnızca duygulara odaklanın.

Gökyüzüne dokunmak, kalbimin arasında unuttuğum kitap sayfaları gibi. Oraya dönüp baktığımda, tüm kelimeler kafamın içindeki seslerin ta kendisi sanki. Bir yandan susturmaya çalışırken, bir yandan okumaktan kendimi alamıyorum. Yeni alınan bir kitabı tüketir gibi tüketiyor insanı. Ve insan ki, bazen en sevdiğin, sana nasılsın bile demiyor. Siz de sessizce okumaya devam ediyorsunuz.
En son sayfaya geldiğinizde, okuduğunuz tek kelimenin tüm sayfaların anlamını değiştirdiği çok nadir bir durum değil midir? Her zaman aksini ister, çok farklı olabilirdi deriz. En azından çoğu zaman.
Ki bu hikayede de değiştirmedi. Okumaya devam ettiğinizde ise, "o" yanıtı gördünüz : sordum ama sen söylemedin. Neredeyse tüm kitabı okumuş ve seslerin arasında çoktan gözden kaybolmuştunuz. Boğuluyorsunuz ve farkediyorsunuz, önemli olan durumlar, siz değil. Peki, denizin en dibinde sesleri nasıl net duymanız beklenebilir ki?
Unutmamak gerekir, okuyucunun beklentisi her zaman en yüksektedir. Bu yüzden sesi duymayıp, okumaya devam etmeye çalıştığınız için suçlusunuz. Boğulacağınızı bilip, o denize girmemeniz gerekirdi. Hem yüzme bilmeyen biri neden denize girmek ister? Onların öğrenmek için attığı adımlar elbette sizin suçunuz. İşte tam da bu yüzden gökyüzüne dokunurken, yanınızda kim olduğu önemli değil. Önemli olan gökyüzü, önemli olan kalbinizin arasında unuttuğunuz kitap sayfaları. Seslerin anlamlı hale gelmesi içinse belki sadece bir kaç sayfa daha gerekli.
Çünkü kitabın yazarı her zaman sensin.
Bu dünya ile başa çıkamıyorum. Hava kirli, insanlar kirli, duygular kirli. Öyle bir çağ ki bu, insanlar aldattığını gururla söylüyor, aile kavramı bile hiç önemli değil. Her gün zehir soluyoruz havadaki pislikten. Yardımlaşmayı bile çıkarlar çerçevesinde yapıyoruz.
Ben artık bu dönem ile mücadele edemiyorum. Tahammül etme aşamasını geçtiğiniz bir nokta vardır. Hani ne olursa olsun optimistik bakamadığın o nokta. Her kitabın kapağını açtığında, her dışarı çıkıp etrafına şöyle bir baktığında hissettiğin o tarifsiz duygu. Başaramayacağım diye hangimiz düşünmedik ki. Bu kadar kötülük karşısında insan nasıl direnebilir?
#bizbizeyeteriz
Çünkü bu dünya biraz da iyilerin hatrına dönüyor. Belki trafikte durup küfreden, duygularla oynayan, çalan, kıran tüm insanlara rağmen hala gerçekten nasılsın diye soran küçük bir azınlık bir yerlerde vardır. Sizlere selam olsun.
.
.
.
.
Bu aradaa... Gerçekten nasılsın?

I noticed something today about myself. I was really afraid of making any mistakes. That's why, I couldn't push boundaries. I am aware, if this continues like that, life will not wait for me.
Precisely for this reason, I made a decision. Let's try something Nef. I will get rid of feeling uncomfortable. Friends, emotions, other stuff... I know that doesn't always work, but it can be worth it.

This is the beginning of the day fresh and new. I am pretty sure that I will be a marvelous lead actress in my life.
At least one of us was having a good time, even if it wasn’t me.

denizaltı

Bir başlangıç noktası olmadan başlayalım bu kez. Nereden gelip nereye gittiğimizin bir önemi olmadan. Bakıyoruz yukarısı günlük güneşlik ama derinlere hep çok azı ulaşıyor. Denizaltımıza hoşgeldin. Bazı günlerimiz, gördüğümüz yarım yamalak güneşe üzülerek geçer. Suyun soğukluğunu hissederken, gün batımının güzelliğini kaçırırız. Bazı günler ise, altımızdan geçen sürü balıklara seviniriz. Başka bir hayatın var olması, bulunduğumuz yeri güzel kılar. Böyle günlerde neden bulutlar güneşi kapatıyor diye düşünmeden, yağmura kıyasla denizin sıcaklığını hissetmek özgür bir anıyı gülümseyerek hatırlamamıza neden olur. İşte hayat tam olarak bu zamanlar olması gerektiği gibidir belkide. Demek ki bu kuralları koyan birileri var.
Birileri hep var ve hep var olacak. Bu her zaman iyi gelmese de, yalnız değilsin.
Coffee, peace, cats, art and more 🧡






Let's talk about art 🧭






It's my nature to stay in my corner and watch the others. I enjoy my little observations.
–Colette, tr. by Matthew Ward, from The Collected stories; “The Accompanist”.
This is the most beautiful thing I have ever seen 😍










Baroque fantasy

'Mücadele'
Kökeni Arapça olan bu kelime, tartışma ve cedelleşme sözcüklerinden alıntıdır.
Hayattaki mücadelemiz bazı zamanlar tartışma halinde ilerliyor ve hep zor diyoruz. Peki zor olan nedir? Bazı zamanlar ışığımızın tamamen sönmesi mi? Fakat, ışığımız her zaman içimizden gelir. Kabul edelim, bazı zamanlar titrektir ve bazı olaylar şiddetini artırır. Bu sandığımızın aksine etrafımızdaki insanlar yüzünden değil, düşüncelerimiz yüzünden olur. Şimdi size her şeyi güzel düşünelim ve tüm bekledikleriniz gerçek olsun demeyeceğim. Çünkü olmayacak. Bazı zamanlarda yine zorlanacağız. Diğer bir deyişle, mücadelemiz devam edecek. Kendimizle ve çoğu zaman etrafımızdaki insanlarla tartışacağız. Anlamayacaklar ve siz yeterince iyi anlatamadığınızı düşüneceksiniz.
Unutma, herkes her zaman her şeyin farkındadır.
Tam da bu sebepten, insanlara duyguları anlatmaya çalışmak beyhudedir. Tüm gücünü ışığını yeniden bulmak için harcamalısın. Çünkü birileri seni farkedince değil, ışığını bulduğunda var olacaksın. Var olduğunda, zaten farkına varacaklar.
Ateş böceklerini bulmaya var mısın?
Nedendir bilmem. Bir şeyleri çok yoğun hissettikten sonra tüm perdelerimizi kapatıp, hayata ve hatta duygulara bir süreliğine küsüyoruz.
Bu yüzdendir ki, çok güzel sevenler hep yüzeyde kalır.
Bugün yine sabah olacak ve nasıl yürüdüğünü bilmediğin yolun sonunda belirlenen saatte seni alması gerekecek arabayı bekleyeceksin. Yol boyunca okuduğun şeyler, kısa bir süreliğine, seni dünyanın daha güzel bir yer olabileceğine inandıracak. Aslında gerçek kitapseverler kitaplarının altını çizmeyi çok sevmezler, ona zarar verdiklerini düşündükleri için. Halbuki orada yaşanmışlık vardır. Hayata karşı küstüğün ve kendi içinde öldürmek istediğin şeylerin (ki ona sen ne dersen) sessiz bir dışavurumudur. İnandığın şeyleri gördüğünde sende altını çizeceksin. Yalnızca birkaç cümlenin.
Rakamlarla, anlamların her zaman çelişki dolu bir ilişkisi vardır.
Yaşın ilerledikçe altını çizdiğin şeyler bazen azalır. Her zaman değil ama. Çünkü bazen hatırlarsın. Umudu değil. Sen eskiden umuttun zaten, bunu beslemene gerek yoktu ki. Şimdi ise seçenekler ve beraberinde anlamlar çoğaldı. Demek ki bazen yolumuzu şaşırmamız bundanmış.
Bir oyun oynayalım mı?
Sende en son altını çizdiğin şeyi yaz ve bir hikayemiz olsun.

Şimdi gözlerimizi kapadık ve yürüyoruz sakince. Yolda yürürken ya da durakta beklerken nerede olduğunun hiç önemi olmadan, sadece kafanı kaldırıp insanlara baktın mı? Muhakkak ki bakmışsındır, peki kaç kişiyi gerçekten gördün?
Sorsan hepimiz görülmek isteriz, birini görmeye hiç hazır olmadan. İnsanların hayatlarına öylesine bir 'an' dan dahil olup yargılamak ne hoş gelir oysa. Kimse onun ne haber aldığını, nasıl bir an'da hapsolduğunu düşünmez. Bunca şeye rağmen yinede düşünülmek isteriz.
Çünkü insan görüldüğü kadar var olur ama unutmamak gerekir ki gördüğü kadar da insandır.
Istedim ki biraz sevgi ve insanlık hakkında konuşalım. Sevgi neydi emekti gibi klişe cümlelerle giriş yapmayacağım. Içimden çok fazla, keşke o klişe dönemlere geri dönseydik ve sevginin hala bir kıymeti olsaydı desem de, bu biraz sıkıcı bir giriş olurdu.
Çok fazla mücadele ettiğimiz zamanlara şöyle bir göz atalım. Aslında hepsinde yüzümüzü güldüren yegane şey sevginin varlığını hissetmek olmuştur.
Peki o sevginin saçma bir sebepten sizden alındığı o anı da hatırlıyor musunuz? İşte o nokta Oğuz Atay'ın da dediği gibi insanlığın öldüğü nokta oluyor. İnsanlık öldü ve kimse farkına bile varmadı.
Yıllar öncesinde birisi yarım kalan şey de pek ala bitti sayılabilir, sonuçta o kitabı okumaya devam edemezsin demişti. Bu cümleyi, tıpkı bazı cümlelerde olduğu gibi, yıllarca düşündüm.
Sizce sevgi yarım kalabilir mi, yoksa tamamen bitti mi saymalıyız? Eğer tamamen bitti sayarsak, insanlığımızı hangi köşeye fırlatıp atmamız gerekir?
Tüm bunları geride bırakarak şöyle de sorabilirim; sizde bir şeyleri yoksaymaya çalışmaktan sıkılmadınız mı?