Lmle Yaam Arasnda - Tumblr Posts
hayatındaki en büyük çaresizliğin nedir diye sorsalar;
"anne, ne zaman öleceğim?!" diye sormam
"lütfen beni öldür ve beni kurtar anne, artık bu seslere dayanamıyorum." diye yalvarmam
bazı insanlara bazı şeyler söylemez, anlatmaz; içinizi bile dökmezsiniz.. bazı insanlardan bazı gerçekler saklanılır.. bazı insanlar bazı şeyleri belki de asla bilmemelidir..
sebepsiz acılar, sebepsiz ağrılar, sebepsiz vücut morlukları, sebepsiz duygular, kontrolsüz öfke, kontrolsüz yaşam, hayat ve duygular.. kaç kişiydim ben?! artık çözemiyorum. belki de ben değilimdir hiç biri. ya da ben asla var olmadım belki de.. ama bu sebepsiz amaçsız mücadelenin sonunda kaybettimm.. Savaştım...Bitti.. Ve kaybettim yaşamımı.. Ve kaybettim savaşı...
ve artık daha kötü olmam umrumda bile değil. bundan kötüsü yok, olamaz..
boş versene kızım. ölsen kimse umursamaz ki seni..sen kimsenin önceliği değildin, olamadın. elbet herkesin önceliği olan bir hayatı vardır.. ölsen bile yokluğuna alışmak herkes için kolay olur..
15 Ağustos 2024 (Eskişehir)
Sabah beş buçukta uyanıp saçlarımı yapıyorum hızlıca. Altıda ağabeyimle yola çıkıyoruz. Beni metrobüs durağına bırakıyor. Tren garına vardığımda hızlıca bir sigara içip trene gidiyorum.
Yol boyunca zar zor uyukluyorum. Koltuklar daracık olduğundan iyi dalamıyorum uykuya.
Trenden indiğimde ilk önce büyük bir heyecan kaplıyor içimi. Kimsenin beni tanımadığı, bilmediğim bir şehirde tek başıma yürümeye başlıyorum.
Pek çok yer geziyorum bütün gün. Hava kapanıyor. Kızıla bürünüyor. Yangın çıkmış. Sonradan öğreniyorum.
Akşam, tam beklentimi kesmişken haber geliyor ondan. Konum atıyor. Yanına gidiyorum.
Akşam Saatleri
Titreyerek yaklaşıyorum kapıya:
"Sana kedi getirdim."
"Kedi getirme çünkü köpek var."
Kediyi zor bela dışarıda tutup kapıyı kapattıktan sonra köpeğiyle göz göze geliyorum önce. Ardından ona bakıyorum. Gözleri beklediğimden daha büyük. Sarılıyoruz hafifçe. Odasına geçip koltuğa oturuyorum. Bir sigara yakıyorum. Karşıma oturuyor. Gözlerini bir saniye bile ayırmıyor. Bir önceki gün düşünürken bunu yapmayı ben planlıyordum hâlbuki ancak o bana delici bakışlarıyla bakarken utancımı gizleyemiyorum. O çay demlemeye kalkarken ben köpeğini sevmeye başlıyorum. Dünyanın en sempatik köpeği...
"Köpeğinin adı ne?"
"Bolt."
"Aaa filmdeki gibi!"
"Evet"
Tekrar odaya geliyor. İkimiz de ayakta duruyoruz. Gözlerine bakmamak için odanın her yerinde gezdiriyorum gözlerimi.
"Ne dövmen var?" diye soruyor. Kolumu kaldırıp önce sol kolum ve bileğimdeki dövmeleri gösteriyorum. Anlamlarını soruyor. Hafifçe winner dövmemin olduğu yere dokunuyor. İlk dokunuş...
Midemde uçmayı unutmuş duman kanatlı kelebeklerin kıpırdadıklarını hissediyorum.
Ardından sağ bileğimdeki dövmeyi gösteriyorum. "Fransızca yaşamanın neşesi demek." ve altındaki iki kesik izini gösteriyorum.
"Biraz tezat..." diyorum.
"Ne oldu oraya?"
"Ben kestim."
Bir soru daha sordu sonra. Hatırlamıyorum. Konuşmak istemediğimi söyledim. Zorlamadı. En son boynumdaki dövmeyi gösterdim.
"Lumos... Işık demek değil mi?"
"Evet." Diyorum boynuma değen parmaklarıyla kelebeklerim daha da hareketlenirken.
"Öpeyim mi?" diye soruyor.
"Öp" diye mırıldanıyorum yüzüne bakamadan.
Dokunulmak... Bir yabancı tarafından bile olsa seviliyormuşsun gibi hissetmek... Kutsaldı benim için dokunulmak. Kimsenin sevmek için uzanmadığı bedenimde, izi kalırdı. Bunlar saklanılası izlerdi. Unutmak istemedim o yüzden.
Eğer bu bir günahsa, bunu göze alıyorum.
Bir süre sonra Bolt'u kibarca yataktan kovuyor ve onun yerini alıyoruz. Beklemediğim bir şey yapıyor. Anlamıyorum ilk başta.
"Uzan."
Uzandığımda üstüme gelmesini bekliyorum ancak o yanıma uzanıyor. Öylece sarılıp sohbet ediyoruz biraz.
Çay koyuyor sonra. Dinliyor. Kendisi daha az konuşuyor ama sonradan alışıyorum dinleyen taraf olmasına. Az gülüyor. Sakin bir sesi var.
Uzun bir süre sohbet ediyoruz. Karşımda olması hoşuma gitmiyor. Hem delici bakışlarından onun gözlerine bakmaya çekiniyorum hem de o an dokunmak istiyorum ona.
Her şeyin sonunda giyinip yine Bolt'u sevmeye koyuluyorum. Ona bağlanırım diye korkarken köpeğine bağlanmış buluyorum kendimi. İnanılmaz bir sevgi hissediyorum daha henüz gördüğüm bu köpeğe karşı.
Arkamdan geliyor. Giyindiğini duyuyorum. Bana dokunup dokunmayacağını merak ediyorum. Omzuma tatlı bir öpücük bıraktığında gülümsüyorum. Başımı kaldırıp yüzüne bakıyorum gülümserken. Sonra tekrar Bolt'un başını okşuyorum.
O an beklemediğim bir şey yapıp o da benim başımı okşuyor. Evcil hayvanı gibi... Ben köpeğini seviyorum, o da beni.
Biraz daha uzanıp sohbet ediyoruz. Kalbi çok hızlı atıyor ilk başlarda. Sonra normal ritmine dönüyor. Saat gelince beraber hazırlanıp çıkıyoruz.
Bacağımın acısına rağmen yürümek istiyorum onunla. Yol boyu susmuyorum. Sürekli gülüyor ve konuşuyorum. Trenin önüne kadar geliyor benimle.
Veda vakti geldiğinde garip hissediyorum. Bir veda değilmiş gibi... Sarılıyorum. Önce sıkı sıkı sarmaktan korkuyorum. Ona bağlandığımı düşünüp kaçmasını istemiyorum ancak o da sarılıyor uzunca. Hoşuma gidiyor. Ayrılacakken ben de gözlerine bakıyorum onun sürekli yaptığı gibi. Gözüm dudaklarına kayıyor. Öpmek istiyorum. Utanıp başımı saklıyorum. Gülüyor. Son kez sarılıyoruz. Bu defa uzaklaşırken elini bırakıyorum yavaşça.
İlk defa hiçbir suçluluk hissetmiyorum. Çok mutluyum. Canlı hissediyorum. Hayatta... Belki sadece bir his, belki de yalnızca inanmak istediğim bir şey ancak bir gün mutlaka yeniden karşılaşacağımızı hissediyorum.
Arzulanacak kadar güzel, içten duygularla sevilmeyecek kadar değersiz hisseden kızların şarkısı:
Bahsettiğim sex değil
O da içinde ama tek değil
Türkçe yazılmış bir şiiri sana çevirircesinden...
"Artık benim de kafamda bir tane tilki var!"
Bölüm 16
Suda Can Çekişen Balık
"Birileri öldü, toprağın altına gömdüler. Ben doğdum, toprağın üstüne gömüldüm."
"Kırık bir kızı aşık etmek zor değildir. Ben saçları beline gelen, kırık bir kızdım."
"Güçlü kadınlara hayransın. Manevi güçleri ve yaratıcılığı olan kadınlara... Öyle bir kadına dönüşüyorsun. Hayatın tuhaflıklarına kendini bırakmam lazım. Ancak kendi içinde huzuru bulduğun takdirde başkalarıyla gerçek bir ilişki kurabilirsin."
Before Sunrise
"Benden nefret etmek için olmadığım biri olduğuma inandırmışsın kendini."
Çünkü sevgi bahane tanımazdı.
O gecenin sababında ve sonrasındaki birkaç gün boyunca hep bu şarkıyı dinlemiştim. Biliyordum ki doktorun söylediği o son kesiği atmış olsaydım yalnız ölecektim.
Ben hiç kimsem olmadan, henüz kimseyle uyumadan, yalnız ölecek gibi hissediyorum.
Ne garip hayat... Hastaneye gitmek ile son bir kesik atmak arasında yaptığın seçimin arasında saklı canın. Benim canım...
Duy istedim, bil istedim, tek yapamazdım.
Beni benimle bırakma. Yalnız başıma ben ölürüm, yapamam.
Kan yuttum bilmediğim kaç yaşımda, aklım ermiyordu. Küçüktüm, acıları içimde saklarken fark etmeden kendim acı oldum. O zamanlar anlamazdım ama zamanla, insanlara tatsız gelmeye başladım. Sanki ben onlara bir ağırlık, bir yük oldum; varlığım sersemletiyordu, başlarını döndürüyordu. Bense bu kadar acıyı biriktirmek istememiştim, ama her şey içimde birikmişti, durmadan, sessizce.
Ölüme bazen anne sevgisi gibi ihtiyaç duyuyorum. Bazen öyle tatlı geliyor ki, sanki sonsuz bir huzur vadediyor, kelimelerle ifade edemem. Ama sonra... İlkbaharların tadına bakmadan, rüzgarın tenime değdiğini hissetmeden, dört tarafı kapalı bir tabuta girmek istemiyorum. Bu dünyanın güzellikleri var, inkar edemem. Bazen yalnızca küçük bir çiçeğin açışında, bazen yağmur sonrası toprağın kokusunda, hayatta kalmaya dair bir şeyler buluyorum.
Okudunuz mu ?